31 Ocak 2008 Perşembe

başımda mor yemenim ve mor kulaklıklarım vardı...

acayip birşey oldu. çok acayip... şu satırları yazmak için uçarak gelmek istedim eve. üzerimdekileri bir çırpıda çıkardım fırlattım odanın muhtelif köşelerine (adetim değildir zira) geçirdim üzerime bornozu... çok bunalmışım aslında. nasıl bunalmışım nasıl... nefes almadan geçmiş bir iki hafta meğer. klasik sınav stresi bok püsür değil sebebi. durmamışım meğer. sıkıntım buymuş resmen hiç "durmamışım". bugün lanet bir gün gibi başlıyıp lanet bir gün gibi devam etti akşam kendimi cihangir'e atana kadar. ayakkabılarımı çıkarıp içeri girer girmez etrafımı saran sıcak, buram buram tütsü kokusu.... yoga bitti. sauna... (buraya kadar herşey normal) giyindim kuşandım. öğlen aldığım muzu çantamdan çıkardım (ahh tam şu an çantasında muz ve çikolata eksik olmayan zarpandit geldi aklıma, halbu ki ne muzu alıp çantama koyarken, ne de tam vaktinde yemek üzere çantamdan çıkarırken hiç çağrışım yapmamıştı. hayret!) yanına da kış çayı... en biberlisinden... bir güzel indirdikten sonra mideme, yine kafamda bin trlü bütçe, tarih hesabı sokağa attım kendimi. hava böyle serince. (ama soğuk dersem nankörlük etmiş olurum) dedim yürüyeyim finükülere kadar metro ile gideyim eve. (hani üç beşle kurtulacakmış gibi vaziyetler. ama ne yalan söyleyeyim içim çekti birden yürümeyi denizi kesitirince gözüme. bir kaç dakika da olsa...) altı üstü 300 metre birşey... aldım voltamı. başladım yürümeye... taktım kulağıma da ipodu (belki bir kaç şarkı dinlememe izin verir ümidiyle. utandırdı beni, iyi oldu.) tam finükülerin oraya geldiğimde acayip birşey gördüm... "istanbul" aylardır görmüyormuşum meğer. acayip! böyle köprü falan... tam önümde... iskeleye üşüşmüş birrrsürü martı.. bembeyazlar ve bağırıyorlar... (eskiden benim odamdan duyulurdu sıkça sesleri. ne vakittir duymadığımı fark ettim. ne oldu martılara diye 5 saniye düşündüm...) sakinleştim. sakinleştikçe şaşırdım. (tam o sırada coldplay'den don't panic çalıyordu) güldüm bir.. böyle şaşkın gözlerle bakakaldım boğaza... nice zaman sonra durdum. en son ne zaman diye düşündüm. en son ne zaman? en son ne zaman boğaza karşı böyle bir kaç dakika sadece durdum. hem de arkamda bir geçmiş, bir aile, bir dolu arkadaş ve bir hayat bırakıp geldiğim istanbul'u istanbul yapan boğaza. tek başına... bir de düşmüşüm ki gitme telaşına peh peh... yüzüme çarptı ankara ayazıyla, porto meltemi karışık bir hava... bir kaç dakikalığına "tam" hissediverdim kendimi...
acayip oldu...
(dönüş yolunda -ipod yine stop etmeden evvel- çalan son şarkı "waiting line" idi... "wasting my time in the waiting line...")
böyle...

27 Ocak 2008 Pazar

bidibidibidi

kafalaaaaarrrrrrrtttt beşşşşş milyarrrrrttttt...

5 Ocak 2008 Cumartesi

simple assumptions

-Bugün Paris'de gibi davranalım.
-Olur.
-İşte hemen şurda Louvre Müzesi (en français).

..............
..............
..............


-Eskiden tarçınları da vardı sıcak şarabın yanında verirlerdi ama artık tarçınları yok. Sana sıcak şarabın yanında tarçın da ikram etmelerini isterdim.
-Olsun. Biz de tarçın varmış gibi davranırız.

...............
...............


-Bir daha seni fiziki olarak göremeyebilirim.
-Olsun. Sende görüyormuş gibi davranırsın.

(şüphesiz daha iyi fotoğrafları vardır Seine'in... ve başka ellerce çekilecekler...)

1 Ocak 2008 Salı

sinem al bu topu dön dedi.. ben de döneyim madem..


pompası da pembe. özge'nin aldığı küpeler de pembe. kocaman zıp zıp.. döneyim döneyim..