28 Aralık 2008 Pazar

kardan mail

Ankara kadar soğuk bir yerden bir dost inbox a bir kartopu fırlattı bugün. (Ece Temelkuran yazmış..)

"Sıkıcı bir pazar. Soğuk bir pazar. Gri. Divana uzanıp battaniyeyi alıp camdan dışarı bakmak en iyisi. Yarı okur yarı okumaz, yarı uyur yarı uyumaz, siftine siftine, düşük şiddette bir sıkıcılık felci içinde yuvarlana yuvarlana...
Ne uzun bir pazar olur bu pazar, eğer düşünmeye başlarsan. Camdan gördüklerinin seni gönderdiği düşler ve fikirlerle uğraşmaya başlarsan. Başlama... Çünkü, insan hayatını görür bazen bu sıkıcı pazarlarda. Pazar günleri yapamadıklarının toplamı oluverir aniden.

Yan koltuk yolcusu

O otobüse binmeseydin o gün, gitmeseydin, bugün burada mı olacaktın? O garda, ziftli insanlar bavullarıyla karışık sana bakıyorlardı, herkes sana bakıyordu ve sen geri dönmeyeceğini düşünüyordun.
En doğrusu buydu... Otobüs geldi, bindin ve aldığın kararın ne kadar ağlamaklı, ne kadar dramatik olduğunun farkında olmayan hayat, yanına o ucuz trikosu ter kokan, şişman, çenesinde sakallar olan kadını koydu. Oysa onun peşinden gelmesini, geri dönebilmeyi, bundan sonra hep mutlu olmayı, onun hep mutsuz olmasını değil. Bir tek bunu dilemiştin. "Nen var hanım kızım?" diye sormayacak bir yan koltuk yolcusunu...
Oysa yanına oturdu o kadın ve ne yaptığını düşünemeden, doğru dürüst ağlayamadan, camdaki aksinin akan yolla akışına bakamadan bütün yolu bayağı bir sıkıntıyla geçirdin. Ve şimdi, yıllar sonrada bakınca aklında bir tek kadının çenesine bakmamaya çalışırkenki sıkıntın kaldı.
Oooof! Offffff! Dön öteki yana.

Ev bataklığı

O gün, o adamı orada affetmeseydin, zaten affedemeyeceğini kabul etseydin, bugün burada mı olacaktın? O korkunç gecede yanında değildi ve ondan sonra da olmasa da olurdu. 'Belki affederim zamanla' deyip kendini kandırmasaydın, o gece onun kucağında yatmak o kadar tatlı gelmeseydi, o uzun konuşmalardan sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey olmayacakmış gibi televizyondaki bir diziyi seyretmeye başlamasaydınız, o içine battıkça ılıklaşan, ılıklaştıkça içine battığın ev gecelerinden birinde öfkenden vazgeçmeseydin...
Alsaydın çantanı çıksaydın, çat! Üşürdün biraz, ağlardın, birini arardın 'Evde misin? Müsait misin?', saçın başın yüzüne bulaşırdı yağmurda, sonra bir kaç gün acı çekerdin ve sonra bir kaç yıl daha...
Ooooof ki of! Dön beri tarafa.

Kalsaydın...

O ülkeden hiç dönmeseydin. Orada, eylemcilerle birlikte, gettolardan birinde kalsaydın. Hiç kimse olsaydın, hiç kimse olmaktan korkmasaydın, kaybolmaktan.
Akıp gitseydin. Seni merak ediverselerdi, peşinden geliverselerdi, bulamasalardı seni, ağlayıversinlerdi, ne olacaktı ki? Şimdiye kaç bin kere geçerdi öfkeleri. Herkes olup biteni unutmuş, sen yaşamış olurdun. Sanki bilmiyormuşsun gibi: Geriye bir tek hikaye kalır.
O savaşın ortasında kalsaydın, öteki şehrin meydanında. Berikinin hayatında, şurdakinin anılarında. Ne olurdu? Ne olurdu ve bu soruyu kendine daha kaç kere sorabilirsin? Daha kaç pazar kaldı geriye böyle geçirecebileceğin? Of!.. Of!.. Of!..
'Hayat yeniden kurulmaz, yakalanır'."

1 Aralık 2008 Pazartesi

"i think it's all about timing. i think timing is everything"

nate: stop listening to the static.
claire: what the fuck is that supposed to mean?
nate: everything in the world is like this transmission making its way across the dark...but everything; death, life, everything, it's all completely suffused with static. *makes static noise*, you know? but if you listen to the static too much it fucks you up.
claire: [pause] are you high?
nate: [pause, smiling] i am actually, yeah. i'm quite high.
claire: [smiling then laughing] you are?!