31 Ağustos 2009 Pazartesi

"I am too young to be a hippie to old to be a punk"

Demiş kim demiştiyse nereden aklımda kaldıysa...
Bugün, önce Bragi diye 200 yıllık bir koronun çalışmasına, sonra da sırf gitmedim dememek adına bir ex-change partisine gittim Groningen'de.
İşte tam yukarda yazan gibi arada sıkıştım kaldım:
Bir erasmus partisini kafam kaldırmayacak kadar yaşlı, bir koroda 3 saat Beethoven söyleyemeyecek kadar gencim sanırım.
İşbu sebepten başım ağrıyor olabilir şu anda..
Pekala sapla samanı karıştırıyor da olabilirim.
Onun için en güzeli her yaşta uyumak.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

nederlentıraleylilaylilalililom :çok da acayip olmayan durumlar (2)

-En korktuğum şey başıma geldi, blog günceye dönüştü. Olmaz olsun..

-O değil de ev buldum resmen. Şaaahane bir insanla beraber, merkezde, dayalı döşeli bir deee balkonu var. İsveç den nargilemi getireceğimdir. Ekimde çıkıyoruz eve Nele Apla ile. Yine yeni yeniden bir Alman kardeşimiz. Tesadüften fazlası var Alman işinde sanırım (Evvel Marc, Sonra Rasah, imdü Nele). Almanlarla dostluk kurmaya genetik yatkınlığım olabilir. Almanlar yenilince ben de yenilmiş sayılabilirim.

-Dün Mırmırıdan hocamla ve adaşım eşiyle buluştum, bir kahve içtim Groningen de. Sonra onlar beni burdaki Türk doktoralarla tanıştırdılar. Güzel bir yemeğin (+şahaaane sohbetin) ardından bir sokak konseri yakaladık. Çok yağmur yağdı, çok üşüdüm. Çok keyifli insanlar çok. Hepsine birer tane nazar boncuğu takacağım.

-Bisikletle mobil olmak dünyanın en güzel bir şeyi. Sırf bu yüzden dönüp dolaşıp buralara yerleşebilirim(zzz). Kendime not: git pisiklet farı al, kalın zincir al, eşek olma.

-Perşembe vize işleri için Stockholm'deyim. Akabinde home sweet home Jönköping. Deniz' e diyim de bana bir somon yapsın (Sana diyorum sana). Yapar da mübarek insan, kıyamaz. Hikmetinden sual olunmaz.

-Sabah sabah fotoğraf baktım bi dolu (Facebook crisis). İstanbul'u özledim, insanları özledim, bir zamanı özledim. Sonra camdan dışarı baktım geçti.

-Ne iyi yaptım da geldim yaw..

23 Ağustos 2009 Pazar

Hollanda: çok acayip durumlar.. wallaa.. (1)

3 gün önce Rasah ile İsveç'den arabaya yükledik bütün eşyalarımızı, Hollanda'ya taşınıyoruz. Ne onun evi var ne de benim. 10 saat sürecek sandığımız yol 17 saat sürdü. Almanya-Hollanda sınırında bir yerlerde bitik düşen Rasah'yı motive etmek için kıçımdan şarkı uydurdum çok güzel oldu ama şimdi hatırlamıyorum.

Gece 2 dde vardık Groningen'e. Bir saat daha araba kullanacak gücü olmayan Rasah'yı ikna ettim geceyi şehirde geç,rmeye. Hostele kendimizi nasıl attık, nasıl suyun altına girdik falan hepsi rüya gibi. Uyumadan Rasah nın, son 200 km boyunca alıcam diye avuttuğum soğuk birasını aldık oturduk bir köşeye. Bu arada arabayı nereye park ettiğimize dair en ufak bir fikrimiz falan da yok hani. Ama çok eminiz kimsenin bi bok çalmaya teşebbüs etmeyeceğinde, mültecilerin, çingenelerim arabalrından farksız zira arabanın arkası.

Ben evsizlik ve zilyon saat acılı yol başıma vurmuş şekilde resepsyondaki abiye sordum "sürekli oda kiralamak istiyorum var mı bildiğinzi bir yer?" diye. Abi dedi ki "benim erkek arkadaşım oda kiralıyor ama bir on güne çıkar ancak bişeyler." Soğuk bira ve duş almanın sevinci, abinin güler yüzüyle birleşince böyle bir cennet oldu bana o an Hollanda..

Ertesi gün Can2ın kuzeni Türk kadını aradım. Geldi beni aldı merkezde. Dedi arkadaşına bişeyler ısmarlayalım Amsterdama yola çıkmadan. Tuttu bizi bir Türk marketin arka tarafına götürdü. Bulgaristanlı bir arkadaşı işletiyormuş mekanı. Sonradan redlight ekürileri olduğunu öğrendiğim başı eğik iki üç tane abla da oturuyordu. Darlandıkça bir sigara bir çay içmeye gelirlermiş.. Rasah nın suratındaki ifadeyi unutmam mümkün değil: "Resmen Fatih Akın filminin içindeyiz Özge."

Kadıncağız beni eve götürene kadar yol boyunca 19 yaşında gelin getirildiği Hollanda'da yaşadığı zorlukları, nasıl kadın sığınma evine kaçtığını, nasıl dil öğrendiğini, çocuklarını nasıl kendi üzerien aldığını anlattı. Dedim ne ekstrem hayat. Çok değil bir kaç saat sonra 80 de Mamak'da yatmış, işkenceden ölümden dönmüş bir abinin Hollandaya göçüş hikayesini dinledim ağzından.

Dün akşam başka bir Türk kadının evine yerleştim. Çocuklarıyla kadın sığınma evlerinden, eski kocasından il il kaçmalardan gelen güçlü başka bir kadın. Mis gibi düzeni ama yüzü nasıl yorgun. Dedi "tek derdin oda bulamamak olsun". Sustum bişey diyemedim..

Şu son 3 gündür duyduklarım, tanıdıklarım; Ankara'daki hayatımızın ne kadar sıradan, ne kadar sorunsuz olduğuna dair teorimi doğruladi. Lise bitip de 18 i doldurunca İstanbul'a gitmemiş olsaydım ya da hiç çıkmamış olsaydım Ankara'dan bilecek miydim bu hayatları?!

Evet an itibariyle odam yok belki hala. Bavulumun biri bir yerde öteki başka..
Lakin yarın sabah okul açılıyor diye heyecanlıyım yine de...
Hatta giyeceğim kıyafetleri katlayıp ayak ucuma koyasım var...

16 Ağustos 2009 Pazar

...when in Rome

"si fueris Romae, Romano vivito more; si fueris alibi, vivito sicut ibi"

demiş St. Ambrose

meali;

"if you are in Rome, live in the Roman way; if you are elsewhere, live as they do there"

Deniz'in becayişim Meksikalı yeni ev arkadaşıyla konuşurken elli kez "..when in Rome" deyince dedik menşeine bakalım lafın da, soran olursa "kim demiş?" diye hık mık etmeyelim.




11 Ağustos 2009 Salı

Türkiye'den yurtdışına gelen öğrenci profili.....

.....deli ediyor beni deliii! diye şarkı yapacağız Deniz'le oturup tez zamanda. Olmaz arkadaş böyle birşey!
Nasıl seçiyorlar nasıl beceriyorlar da bu bilhassa ex-change gelen insanları adaptasyon özürlü, dışa açılım ruhu sıfır, geleneksel poaça tadında seçebiliyorlar anlayabilmiş değiliz.
Kiminin yurt dışında birşeyler deneyimlemeye dair en ufak bir hevesi yok, böyle birileri ite kaka yollamışcasına... Kimisinde insanın içini ekşiten bir arabesk, her daim vatan hasreti (saysan 2 ay olmamıştır çıkalı tr den ama tarhana görür rüyasında), kimisi anlaşılması mümkün olmayan geleneksel bir kafada, karma yurtda kalmak istemez, erkekle aynı banyoyu kullanmak istemez, kimisi Türkiye'de yapamadığı her boku yemek için akıl almaz bir kaşarlık sergileri tabu mabu allah ne verdiyse yıkar geçer kafasındaki hastalıklı batı fikri yüzünden, kiminin dünya dan haberi yoktur, bir google a okulun adını yazıp da aratmaktan falan acizdir....
Yani ne biliyim, yıllar var ki Portekiz örneklerinden beri şunu şöyle bağıra çağıra dile getirmek istemişimdir de bir türlü cesaret edememişimdir. İşte insanı hor görmemek lazım falan feşmekan diye. Ama yok yaw!
Herşeyden evvel nasyonalist tarafım gıcık oluyor benden bağımsız (varlığı benden bağımsız zaten o tarafımın, o sebepten gıcık olmasının önüne de geçemiyorum) Yani bu ex-change için gönderilen insanlar bir yerde burdaki Türkiye oluyor işte. bunu anlamak bu kadar zor mu. Ne alaka ki not ortalamasına bokuna püsürüne bakarak adam seçersin. Adamın gpa sinin 3.5 olması kazma olduğu gerçeğini değiştirir mi? Yani Deniz anlatıyor işte, hayatında iki kere Taksim'i görmeden İstanbul Üniversitesinde okuyan adamı yurt dışına yolladılar diye. O adamın ne deneyimleyip ne biriktireceğini, kimi nasıl temsil edeceğini hesaplayarak yola koyarsın?
Bu temsil işi de ex-change in özünde var işte. O şaşaalı international day ler bişeyler... Adam zaten safi Made in Turkey. Neyin özellikli olduğunu ayırt etme kabiliyetinden yoksun. O yüzden tabi ki kalkıp Mevlana'dan Efes'den Efsanelerden ülkenin geçirdiği tarihi süreçten bahsedecek değil. Açacak bir Tarkan, oynama şıkıdım şıkıdım, arkasından bir Sertab Erener "everyway that i can". Kabab is our food ACTUALLY and ayran is very delicious (burda actually ingilizce de eriştiği level a vurgu çekmek için.)
Oyhh neden böyle sosyal patladım? Şu sebepten: Biz geliyoruz tereley diye Tr den mesaj atan isnanlardan sadece bir (rakamla 1) tanesinin kafasının çalışması gerektiği şekilde ve gerektiği kadar çalıştığına kanaat getirdik cümleten.
(Onda da yanılıyor olabiliriz.)
Ha bütün bu mevzuyu küstahlık, burnu büyüklük olarak algılamak da mümkün. Doğrudur.
Çok da fifi!