11 Ekim 2009 Pazar

jamais vu / deja vu

dredg - jamais vu VS. lamb - gorecki

bir deja vu dan öbür jamais vu ya salıncak...
hiç olmamış gibi herşey.
kesintisiz tekrar ediyor gibi herşey.
biri diğerinden daha gerçek değil.
biri diğerinden daha güzel değil.

bütün bunları yapan şu durmayan yağmurdur diye varsayıyorum.
güneşli olsaydı hava çünkü, ikisini de siktir eder, flunk - on my balcony dinlerdim.

10 Ekim 2009 Cumartesi

friendfeed twitter fb ab cb db ob beeeee!



facebook a tr de ilk üyelik alan guruhtan olduğumu farzediyorum. friendfeed/twitter için de aynı geçerli. biraz da o dönem ergün etkisiyle gün içinde sayısız siteye/sosyal network e üye oluyordum. ama ne kadar kendimi eğitmeye(!) çalıştımsa da, sanırım benim bu mevzularda ıskaladığım bir şey var.

mirc fenomeni! böyle vakti zamanında irc de toplamı 3 ü geçmeyecek kanalda, hemen hemen aynı tipler allahın günü haberleşme halindeydik. aşk meşk dalgaları bir tarafa, milletin birbirinin ödevini falan yaptığını dahi hatırlıyorum kanal üzerinden. hatta saatli buluşmalarla sanal doğumgünü partileri falan yapıyorduk o kadar. ailemizle yaşamaktan nefret ettiğimiz bir ergenlik döneminin alternatif evi gibiydi aslında. millet böyle nasıl özelini paylaşırdı deliler gibi. dahası var olmayan özeller yaratılırdı hatta. yakaladığım üç beş çakma travma hikayesi falan vardır böyle, yakalayamadıklarım da vardır eminim yaşımı göz önüne alacak olursak.
şimdi neredeyse 10 yıl sonra, bu friendfeed e twitter a bakıyorum ben gün içinde. yer yer bir şeyler post ettiğim de oluyor elimin altında tabda açıksa. çoğunlukla başka siteler üzerinden beslemelerdir yansıyan ama.
aman diyim şuraya yazdıklarım 'antipopulizmin karşı konulmaz populerliği' gibi anlaşılmasın. en nihayetinde ben de facebook da 50 tane albüm biriktiren, ona buna yorum yapan, resim yorumları üzerinden gününü şenlendiren naçizane bir kulum.
ama anlamadığım şey biraz da mirc li yıllarda bilip de unuttuğum o paylaşım istekliliğinin kendisi sanırım. bu friendfeed/twitter ahalisinde, "şimdi evime doğru giderken markete girdim, kaymaklı yoğurt mu alsam torba yogurdu mu acabaaa?" gibisinden bir postun varlığı kadar, ona "like" diyeni de anlamıyorum. şimdi onu yazanın sebebini, karar verme mekanizmasını devretmenin dayanılmaz hafifliği, başedilemez yalnızlık, ya da işte sanal komünikasyon bağımlılığı olarak falan bir şekilde açıklayabiliriz sanırım. ama ona 'like' diyen adamın aklından geçeni anlamıyorum ki ben. neyi sevdin beğendin a abicim? bir insanın iki yoğurt arasındaki kararsızlığını mı, yoksa günlük yaşantı içinde milyon tane bunun gibi an olmasına ve bunun nitelikte hiç bir özelliği olmayan bir aktivite olmasına rağmen onu ordaki 50 kişiye birden yöneltmesini mi sevdin? o tuşa basarken aklından geçen nedir yani? "ahah ne güzel yoğurt alıyorsun papatyacan! akşam bana mantı mı yapacan?" gibi bir yorum yazsa, şerefsizim bu kadar takılmayacağım. yani bir şekilde ben resmen insanların alışveriş listelerini, içtikleri çaya attıkları şekerin cinsini falan takip eder oldum. hayır, kapatsam kapatamıyorum iradesizlikten, bakmasam bakmadan duramıyorum gün içinde gelen "best of feeeeeds" notification hadisesinden. bazen de gerçekten yararlı bir iki birşeye rastlama hali var tabi kapatmaya caydırıcı nitelikte. tam bir parçası da olamıyorsun. böyle salak bir durumda özetle bu sosyal networklerle ilişkim. ne olmuştu da mirc falan patlamıştı onu da hatırlamıyorum ki tarihten destekli teorilerle çıkayım ortaya.

geçen yine böyle altında 40-50 comment sıralanmış bir iletiye bakıyordum. commentler de olan şey 3-4 kişinin yine yukardaki yoğurt örneği gibi bir ileti üzerine muhabbeti. ama yorum sayısının çokluğundan mütevellit ff in algoritması o iletiyi "best of feeds" listesine çakıvermiş. aklıma bakırköyde ilker'in oturduğu sokakta, camdan cama sürekli muhabbet halinde olan teyzeler geldi görünce. aslında birbirine bir bardak çay içmeye bile gitmeyen yıllardır belki, ama 10 ar dakikalık aralarla birbirilerini "update" eden teyzeler. onların ki kalastan camdan pencere ise, bizimkisi de bu işte.
bill amca windows u sen gel bir de şimdi gör!

9 Ekim 2009 Cuma

odenplan şen oluuuurrrr!



deniz bunun "human piano" sunu yaptıydı benim sesimi ve fotoğraflarımı samplelayarak, ama powerpoint de.
tez flash da yapıla, buralara koyulaaa!

5 Ekim 2009 Pazartesi

procrastination



kümülatif olarak artan bir "to do list" in karşısında, periyodumdan mı stresten mi olduğunu bilmediğim bir karın ağrısıyla kıvranıyorum.
saat olmuş yine 23:00...

....


master'ı en çok sonunda 'bir şey' e odaklanmak ve bütün eforumu ona sarf edebilmek için istemiştim.
şimdi aynı sebepten doktora hayali kuruyor, ruhiye ablayla groningende bir kafe, murat abiyle jönköpingde bir restoran açma planları yapıyorum.
ve rasayla tam olarak maksatının ne oldugunu kendimizin de anlamadığı ve plan sayılamaycak kadar soyut hayallerimiz(!)var oturup üzerine ciddi ciddi kafa yorulabilecek cinsten. denizle yaptığımız kayıtları ve "bir sekiz şarkı daha çıkartırsak turneye oynarız" nidalarımızı saymıyorum dahi...

şimdi tam şu anda, gender üzerine bir makale teklifi yazmam gerekirken, diğer taraftan birbiriyle alakasız konular üzerine okumam gereken 2 tane economic history makalem var farklı tablarda açık. hiç öğrenmediğim advanced calculusu bir kaç haftada öğrenip, advanced mikro'dan geçmem; game theory nin anasını ağlatıp markets and competition ödevini hazırlayabilmem lazım. türlü tez okumaları yapıp bir taslak çıkartmam, o çıkarttığım taslağı tez elden isveç deki hocama göndermem lazım. kışı hastalanmadan geçirebilmek için haftada en az bir kaç gün spor yapabilmem, ve zıçtıımın gre sini verebilmek için de bir kaç saat verbal pratiğine zaman ayırmam lazım. bu hafta sonu adam gibi sınavlara çalışabilmem lazım ki deniz geldiğinde huzurlu bir haftamız olsun veakabinde istanbul'a ve oradan ankara'ya gidebilirim.
sonra geri gelirim...
sonra hikaye başa sarar...

.....

çok nadir anlar var yaptıklarımın hepsinin birlikte bir şeye hizmet ettiğini hissettiğim... o anı o şekilde tutmaya çalışıyorum ama olmuyor. parçalarımı bir araya getiremiyorum. sonunda kendimi "hiç" yaparken buluyorum.
birgün, çok uzun süre "hiç" yapmış olmaktan korkuyorum. kendimi mütemadiyen "hiç" yapmaktan yakınırken bulmaktan korkuyorum en kötüsü, ve bunun için alakasız şeyleri suçlarken bulmaktan...

yapılacakları ertelemek için, bunun gibi gereksiz uzun yazılar yazmayı alışkanlık haline getirmekten korkuyorum bir de...