26 Temmuz 2009 Pazar

neden böyle oluyor acaba neden?

zorda kaldığımda, evsiz kaldığımda, parasız kaldığımda, umutsuz kaldığımda ya da bööle bööle bişeyler olduğunda, içime adeta bir paris hilton bir lindsay lohan kaçıyor. gizli kokoşluğum ayyuka çıkıyor yani istemsizce. mütemadiyen tırnaklarımı törpülemek, ojelerimi değiştirmek istiyor, yağ bağladığıma hayıflanıp spor salonuna koşmak, saunada bayılana kadar yatmak falan istiyorum. misal şu anda saatlerce saçlarımı maşalamak istiyorum groningen de bir oda haberi çıkana kadar.
adeta tissskiniyorum kendimden. ilginç.

23 Temmuz 2009 Perşembe

home home sweet home

eve dönmenin güzelliği...
temmuz da kapalı hava ve yağışa rağmen jönköping de olmak omuzlarımı hafifletti. mutfağımı özlemişim en çok. bir heyecanla (ilk kez) yoğurt mayaladım (merakla bekliyorum neticeyi.)
eve geldiğimde deniz in hazırladığı mis gibi sarmısaklı norveç somonu karşıladı. göl kenarına yürüyüp ciğerlerime oksijen mideme de dondurma depoladım. her ne kadar jet-lag e tembelliğimin de eklenmesi sonucu mütemadiyen uykulu da olsam keyifliyim.
yarından tezi yok tekrar spor..

gezmenin en bir güzel tarafı eve döneceğini bilme hali sanırım. anladım ki şimdilik "ev" burası. yeni "ev" opsiyonları temalı bu sürecin sonunda en az burası kadar kendimi iyi hissettirecek bir yer bulabilmeyi umuyorum.

bir de eşşşşek olmasam da çalışsam.. çok çalışsam =/

hollanda ya son bir ay bir de. ve evet. hala ev(!) im yok..

13 Temmuz 2009 Pazartesi

time zone

şu bilgisayarın saati 6.00 gösteriyor. ona bakarak burda saatin 12, tr de saatin 7 olduğunu hesaplıyorum. inatla değiştirmedim. eksi altı/artı bir kafası oldu iki ay. tez zamanda (ağzıma sıçılmak suretiyle) düzelecek. artı bir güzelmiş hep öyle kalsın..

so you wanna be a superhero?

there's banging on the wall
it's 5 am i've no sleep at all
just thoughts of how i might
struggle through tomorow
too much time in one day
too much time to occupy
with boring thoughts
boring moods
boring bedtimes
won't tell a single soul
that my soul's gone
it's hard to write this song
it's all a joke
it's all been wrote down by
someone's that' probably dead

i might be leaving soon
i might be leaving soon

there's laughter from below
it's 1 am how could you have known
the thoughts of silence
that keep me from going
back to sleep at night
wish i could call someone i love
to stop thinking of myself
long look in the mirror,
just look so empty

you were right
i can't do this
i'm going crazy
it's fine by me
now you can see
how much i've become empty

i might be leaving soon
i might be leaving soon
i might be leaving soon

my dreams full of what's not real
i'll fly away and save the world
i'll make you proud someday
i just won't be around to see your face
my life is full of what's not here
i'll go away and save myself
i'll make you proud today
i just won't be around to see your face

flashback button

6 Temmuz 2009 Pazartesi

şu anı biriktirme mevzusu falan

....halbu ki biliyorsun her seferinde o deklanşöre basarken yahut blogun/kağıdın/peçetenin üzerine karalarken, o anı olduğu gibi yakalayamayacağını. ama bitmeyen garip bir isteklilik işte insandaki. misal portekiz'de çekilmiş yüzlerce fotoğraftan birini açmayalı ne kadar zaman oldu. güya hayatımın işte en bir güzel zamanı vs vs. yani dönüp bakmayacaksam eğer, yahut bakarken mutlanmayacaksam hesap ettiğim gibi, o anı yakalamanın, yakalayıp da bir harici belleğe yahut facebook a yüklemenin ne anlamı var?!
gelgelelim bütün bu rasyonel tespitler o istekliliği köreltmiyor. tek değişen yıllar geçtikçe çektiğim/çekildiğim fotoğrafların yahut yazdığım şeylerin trendden ziyade daha kişisel algıma dayalı olmaya başlaması. işte şimdi dönüp bakıyorum facebook arkadaşlarıma (!), milyon tane insan ayaklarıyla pizza kulesini tutmaya çalışıyor yahut eiffeli eliyle kavrıyor yahut times meydanındaki gökdelenlerden herhangibirinin onda birinin önüne kafasını monte ediyor (herkeste fisheye alacak para yok tabi kriz falan)... işte bu çizelgedeki klişeye en azından eiffel noktasında dur demiş olduğuma inanmak istiyorum. gittiğim yerlerde klişelerden ziyade köşede kalmışların daha fazla cazip gelmeye başladığını hissediyorum. işte müzeler, binalar, falanlar filanlardan ziyade insanlar ve hayatlar pek daha bir leziz gelmeey başladı damağıma. haritayla yürümekten nefret eder oldum. bir şehirde kaybolma fikrini seviyorum. fransada belçika birası içip, belçika da waffle yerine kebap yemekle ilgili bir sorunum yok artık. hala çok fotoğraf istiyor canım ama o da yalnız dolaştığı zaman eşlikçisi insanın. biri olduğu vakit yanımda o gönüllü oluyor zaten çekmeye. ve hayır kanada mapple leaf pin i almadım ve new york yankees tişörtü almayacağım.
anneme sordum geçen "kızım sen elitistentellektüelbirsıçımbişey olmuşsun, ankara'ya geldiğinde çiftlikte bir kokoreç ye bişeyin kalmaz" dedi. ordan house "bi sus kadın moron musun everybody lies" diye höykürdü.
o gün gelsin bakacaz artık hangi "diagnosis" doğru. house un ki mi annemin ki mi?
bahisleri açıyorum...