28 Mart 2010 Pazar

mevlana, cocorosie, loop de loop, vapurlar falan..

İnternet cambazlığı yaparken denk gelen bir söz işimi gücümü bırakıp, şu kalbiniz kadar temiz sayfayı açmama mahal verdi. Birisi yazmış ff e;

"Hadi yaramı sarmaya merhemin yok...Yalandan da olsa gönül alamaz mısın?" diye.
Mevlana demiş onu.

Annem de, etrafımdaki bir kaç kişi gibi Mevlana'ya sardı son dönemde. En son Hollanda'ya geldiğinde öyleydi en azından. Ne oluyor yahu diye bir soracak oldum, zira bir zaman önce İrfan Dedemin kitaplığındaki Mesnevi'ye meyledecek oldumdu da, dedem "zinhar dokunma o kitaba bu döneminde hayatının" dediydi. Sonra Ebru'nun kitaplıkta ciltleri, Berfu'nun boynunda suretini falan da görünce iyiden işgillenmeye başladım, acaba gerçekten Mevlana bilmediğimiz birşeyler biliyor olabilir mi diye. Şimdi şu lafı da görünce "âlâ" dedim inanır mısınız en şapkalısından. Bilirkişi dedemisi arayıp bir sormak mı lazım acaba ne vakit uygundur Mesnevi okumak için diye? Mazallah zamanlama hatası yapıp da Elif Şafak gibi son bulmayayım 26 ımda. (En sevdiğim üç beş kitaptan birini -Araf'ı- yazan Elif Şafak'a sataşmak da riya şerefsizim. Mesnevi okusam geçer mi acaba?)

-----

Fonda CocoRosie'nin son albümü Grey Oceans var. Yine döktürmüşler, inci inci dizmişler.
Dün akşamdan önceki akşam, bir gazla tekrar program kurduk bilgisayarıma eciecivokke diye müzik yapabilmek içün. Müzik yapmak kötülüklerin anasıdır gerçi. Akabinde gelen hayal seli beni boğabilir. (guluk guluk!)Önüme mikrofonu koyduğum vakit bile eteklerim uçuşmaya başlıyor. Şarkı söylemek beni gerçeklikten uzaklaştırıyor. İrrasyonalite iyidir de bu zaman iyi mi kestiremiyorum.

Zira şöyle şeyler oldu;

Ne vakittir istediğim "o" butik kafeyi açmak fikrini yinelediğim bir anda, melek gibi bir melek yatırımcı bulmuş olmak, akabinde yarın kira durumlarını araştırmak için okulun yakınlarındaki bir mekanın sahibiyle görüşecek olmamız falan çok da rasyonel gözükmüyor. Ama şimdiden duvarlarını çiçekli duvar kağıdıyla kaplarım, bir duvarına da Rasa resimler çizer dediğim doğrudur. Acaba bu satar mı diye dün evde apple pie yapıp arkadaşlara yedirmem de cabası. Herkesin bahar hormonu başka çalışıyor işte.

Özetle;

Olursa adı Loop de Loop olsun kafenin.
Akşam okuldan çıktığım vakit evim diye oraya gideyim.
Kapısının girişine bir limon ağacı koyayım.
Pikabımı ve dedemin 45 liklerini, lp lerini getirmiş olayım.
Tombul bir kedi kıvrılsın ayağımın ucuna.
Bir köşeye bir kanvas atayım, isteyen boyasın etsin.
Bir akşam makale okuyayım, diğerinde atkı öreyim, bir başkasında insanlar gelsin müzik yapayım onlarla. Arkadaşlarım ki -daha tanımadıklarım onlar- gelsin gitsin.
Batmasın da coşmasa da olur.
Hayallerimi biraz olduğum yere kaydırabileyim.
Olmadığım coğrafyalar, gelmemiş zamanlarda değil de biraz burda olayım artık.
Sabah yorgun uyanmayayım, akşam üzgün girmeyeyim yatağa.
Hiç de hoşuma gitmeyen şu melankoliyi, çay kahve diye satıp, üzerine bir de kar edebilsem ne hoş.
Böyle böyle şeyler...

-----

ne acayip demiş yahu..
"Hadi yaramı sarmaya merhemin yok...Yalandan da olsa gönül alamaz mısın?..."

---------

p.s: yazmisim da draft kalmis pazar aksamimdan. bunu post atarken fonda bu var aslinda;

25 Mart 2010 Perşembe

don't wake me up I plan on sleeping

Yakınımdakiler işte senin şarkın bu diyolaaa. Bir zamandır uyku arasında iş güç peşindeyim resmen. Sabah kalktım, toplantıya gittim ki bir saatten az, akabinde bişeyler yedim ve saat 4'e kadar uyudum. Şimdi kafayı koysam yastığa yine uyurum muhtemelen. Rasa'nın tespiti homesick olduğum yönünde. Zira mütemadiyen yaz tatili kurguluyorum. Bense tez'den kaçış mekanizması geliştirdiğimi düşünmeye başladım. Ama her alternatifte normal bir durum değil.

Bu arada sevgili Agata'a hamile kamlaya uğraşıyor, hatta bugün itibariyle gebelendi(kendisi buralı bir abimizle beraber Polonyalı bir arkadaşımdır). Seneye ikizler gelicek büyük ihtimalle, işlemden mütevellit. BÖyle içimi mutlu eden, içimi buran bir haber oldu. Bu bebek merakı beni Cihangir'deki kedili teyzeler gibi yapacak korkarım. Hatta Rasa bugün, bütün semptomları Agata yerine senin gösteriyor olman ne komik dedi. Bu sürekli uyku/yeme haliyle histerik hamilelikte bir çığır açmış olabilirim. Agata benim heyecanımı fırsat bilip "e bakarsın bebelere özge teyzesi artık" dedi. Ben de "bakmam mı yirim yirim" dedim.
Belki onunla burda ufak bir iş de yapabiliriz. Bebe belik küçük bir kafe açsak, ben okulda daraldıkça koşsam gitsem. Sağı solu salyalasa, emeklese sarı böcekler. Güzel hayaller...
Ama önce bir yaz tatili...

Tepede "bu" diye buladığım şarkıyı da sözleriyle vermek isterim...
Yirim..




Last week I had the strangest dream
Where everything was exactly how it seemed
Where there was never any mystery of who shot John F. Kennedy
It was just a man with something to prove
Slightly bored and severely confused
He steadied his rifle with his target in the center
And became famous on that day in November

Don't wake me I plan on sleeping
Don't wake me I plan on sleeping in
Don't wake me I plan on sleeping
Don't wake me I plan on sleeping in

Again last night I had that strange dream
Where everything was exactly how it seemed
Where concerns about the world getting warmer
The people thought they were just being rewarded
For treating others as they'd like to be treated
For obeying stop signs and curing diseases
For mailing letters with the address of the sender
Now we can swim any day in November

Don't wake me I plan on sleeping
(now we can swim any day in November)
Don't wake me I plan on sleeping in
Don't wake me I plan on sleeping
Don't wake me I plan on sleeping in

[x3]
Don't wake me I plan on sleeping in
Don't wake me I plan on sleeping
OOo oOo oOo

[x2]
Don't wake me I plan on sleeping in
Don't wake me I plan on sleeping
OOo oOo oOo
(Don't wake me I plan on sleeping in
Don't wake me I plan on sleeping)

Don't wake me I plan on sleeping in
Don't wake me I plan on sleeping
OOo oOo oOo

19 Mart 2010 Cuma

Alkazar Sineması Mabel Çiklet Gibidir

Alkazar Sineması kapanıyormuş. İstiklal Caddesinin arnavut taşlarını söktüklerinden beri hiç bir haber o minvalde bu kadar canımı sıkmamıştı.
Alkazar sineması Mabel çiklet gibidir, yılda bir iki kez alır sevinçten deliye dönersin. Ben üniversite için İstanbul'a ilk geldiğimde, kulakları çınlasın Sedat götürmüştü Alkazar'a. Kutup Çizgisi Aşıkları vardı. Böyle her zamanki tok sesiyle "burası güzeldir.." demişti. Girdiğimde salona, nefesimin kesildiğini hatırlıyorum. İçimden "İstanbul'dayım" diye geçirip sevindiğimi.. Film çok güzel, ama coğrafi olarak çok uzaktı. Yani İstanbul'a gelebilmenin kendisi büyük hadiseydi en nihayetinde. Kutupdairesi çok gidilemez bir yerdi. O yüzden bir masalı dinler gibi izledimdi filmi. Çok değil bir kaç sene sonrasında şu satırları kutup dairesinin içindeki evimden yazıyor olmak ne ironik.

Çıktığımızda dışarıda deli bir yağmur yağıyordu. Ve insanlar kaçışmıyordu yağan yağmurdan. İnsanlar Ankara'da yağmurdan kaçar. Eğer şemsiyeleri yoksa, elleriyle, çantalarıyla korumaya çalışırlar kendilerini yağan yağmurdan. Taksim öyle değildir. Gereksiz bir gurur oturduğunu hatırlıyorum üstüme. Yol üzerindeki müzik dükkanından, Şevval Sam & Kazım Koyuncu dan "Gelevera Deresi" çalıyordu. Ben şarkıyı ilk kez duydum o gün. Sedat bir heyecan durdu kaldı dükkanın önünde. Aynı gün mü hatırlamıyorum bana bir cd sini hediye etmişti.

Sıcak brişey içelim içimiz ısınsın diye "Uçan Ev" e gittik. Ne güzel isimdi uçan ev bir kafe için. Orayı da ilk kez duyuyordum. O sokaktan da ilk kez geçiyordum..

Büyüyor gibi hissettim o gün. Çok kilit günler, anlar vardır insanın kafasında, anahtar kelimelerle çakar. O gün çok farklıdır benim hafızamda. O gün hayatımın başka bir tarafa doğru evrildiğini öyle büyük büyük hissettiğim bir gündür. Alkazar'da bir film izleyip, İstiklal'de yürüyebilmek, Taksim'de bir çay içip, "manzaralı duraktan" çirkin bir iett otobüsüne binmek, gecesine İstanbul'da gözümü yummak... Ankara'dan çıkmış olmaktı o gün. Bugün Alkazar'da izlediğim gibi bir coğrafyada olmak dürtüsünün en ilkel zamanları...

Üzüldüm vesselam. Mabel çiklet gibidir Alkazar zira benim için. Şimdi çıksam köşedeki büfeden edinemem ama duysam ki Karaköydeki mütevazi fabrikası kapanmış Mabel'in, oturur yarım gün ağlarım. Çocuğum'da yesin isterim baston çikolatadan, çiğnesin arap bacıdan. Tutayım elinden bir filme götüreyim Alkazar'da.. Kısmet değilmiş...
Canım sıkıldı akşam akşam...

Bir keresinde de böyle İ.Melih GÖkçek kuğulu parkı yıkacakmış diye duydumdu da kalp krizi geçiriyordum. O da başka bir hikaye...

Hemşerim The Cardigans'dan Alkazar için geliyor,
"Couldn't Care Less"
manidar olaymış...

18 Mart 2010 Perşembe

Buraya beş tane başlık yazdım da hiç birini sevmedim..

Trouble Over Tokyo - The Liar from piximory on Vimeo.




"Lie to me" izledim bir tam sezon terrrrbiyesizce o kadar iş varken yapılacak. Çok kral dizi. Doktorum House'umdan sonra Lightman, adı gibi pek bir hafif pek bir naif nazarımda. İyidir iyidir.

Her gün podcastten Radyo Odtü Modern Sabahlar dinliyorum. Üstelik teze bakarken fon müziği olarak. Tarihten ders çıkaramayan bir ben varım bildiğim. Öyle ki modern sabahlar dinlenerek hazırlanılan öss nin sonucu Marmara oldu. Şimdi bu tezden büyük beklentilerim yok haliyle. Evet cüceyim ben..

Hocamın çocuğu hastalanmış gece, ateşi çıkmış, tıkanmış nefes alamamış falan. Acil servisi aramışlar. Acildekiler de getirmeyin hiç buraya, arabanın camlarını açıp arabada bir yarım saat gezdirin demişler. Onlarda gece 2 de aynen öyle yapmışlar. Türkiye'de bunu diyen doktoru taşlarlar.

Dün evlerin yangın alarmlarını kontrole geldiler. Evimin default yangın alarmı oluşuna dün şaşırdım. Biliyordum da, çalışmıyordur kesin diyordum.
Çalışıyormuş bip bip bip.

Bir haftadır sigara içmiyorum. "Sigara içmeyeyim artık ben" dedim de içmiyor değilim. Gelişine içmiyorum yani. Dün gece olsa bir paketin yarısını içer diğer yarısını da yerdim mesela.

İki elimle taşıyamadığım kadar makaleyi/kitabı okumak fikri ürkütücü geldiğinden,bir kısmını saklıyordum. Dün hepsini ayyuka çıkardım. Acıların çocuğuyum.

Bir de doktora da ne çalışacağıma karar verdik. Daha doğrusu hocalar konuştu ben de dinledim. Arada da kafamı salladım yavaşça. Çok az bir kısmını anladım anlattıklarının. Güzel şeyler düşünüyorlar sağolsunlar. "Ben yapamam bu dediklerinizi" dedim. Onlar da öğrenirsin dediler.
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime.

Şiddetle ışınlanabilmek istiyorum ayrıca. 2010 a geldik hala teletransporter yok! İsyanım size bilim adamları! Bir silkinin kendinize gelin artık!




O olmadı bana bir tane Vecihi versinler bari.. Atsın götürsün teyyaresine.
Çıkıp kilisenin önünde Vecihi geliyoooor diye bağırmazsam ren geyiği olayım..

10 Mart 2010 Çarşamba

kış falan hikaye güneş olunca



kış falan hikaye aslını isterseniz. son bir haftadır deli gibi güneş var. yerler hala buz. göl hala ufuk çizgisine kadar donmuş vaziyette. ama günşe var diye, hiç koymuyor. öyle çok farkedilir bir ısınma yok ama insanın içi ısınıyor.
ve ben bir blog yazısına daha hava durumuyla başlıyorum. olmaz olsun böyle yazı.

tez falan yazıcam diye 100 kilo olmak yolundayımç biraz da mali durumlar kısıtlı olduğunda gönlümce at koşturamıyorum, haliyle kendimi mutfağa verdim. mozaik pastalar, mezeler, poaçalar, kekler derken mütemadiyen pişiriyor mütemadiyen yiyorum. iki tane data şaapılacak altı üstü diye obez usta oldum.
böyle tez de olmaz olsun.

diğer taraftan kreatif bir patlama da yaşıyorum ne yalan söyleyeyim. böyle boncuktan kuş, kot pantolondan etek, elbiseden şapka yapasım var felaket. insan tüketmeyince güzelleşiyor. saçma sapan tüketim de olmaz olsun.

bir de sürekli aklıma bişeyler geldiğinde "yahu bunları yazmam gerek" dürtüsü ve akabinde onların aklımdan gidivermesine bağlı olarak "çok da önemli değillermiş demek yahu" ikilemi var. friendfeed e bakıp bakıp hizaya geliyor, adeta kıskanıyorum. ben de "pembe mi daha güzel mavi mi?" gibi bir post atarak sosyal gözlem yapsam mı diyorum. muhtemelen bu yazıyı okuyan sosyal psikolog ablalarımdan sosyal networkler üzerine çalışmalarını reca ediyorum. kavanoza sığmaz fikirlerim var.
öyle fikriler de olmaz olsun.

bir de 11 kedi edindi. adı da sophie (p ile mi yazılıyor f ile mi bilmem, sophie'nin buna aldırış edeceğini de sanmam gerçi). feci birşey. "madem doğuramıyorum o halde hayvan edineyim" gibi fikirler hücum ediyor bu ara, özellikle de makul şeyler üzerine düşünmekten kaçmak üzere seri saçmalamaya başladığım vakitlerde. sophie nin tombulundan isterim yuvarlanarak yürüsün. yani yürüyemeye üşensin de yuvarlansın. ya da doğurayım bir tane. böyle kafa karışıklığı da olmaz olsun.

al bir tane de kış fotosu koyayım, ambiyans olsun.
kıştan fotoğrafından olacak ambiyans da olmaz olsun.

selametle.