25 Ocak 2010 Pazartesi

Günün Murphy Kanunu

Kötü şeyler insanın başına, fiziki imkanlarının ve zamanın en kısıtlı olduğu durumlarda gelir ki, o "şeyler" ile başetmek çok daha zor olsun.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Terminoloji

Ekonomi öğrencisiyim ben son bilmem kaç senedir. Sosyal bilimdir dediler Türkiye'de. Burda öyle demiyorlar. Öyle olsaydı "Social Sciences" departmanının altında olurdu şüphesiz. Halbu ki öyle değil. "Economic Development" diye bişey var mesela. Bir de "Development Studies", o başka. Şu anda bir ekonomi öğrencisi olarak "Spatial Sciences" fakültesinden aldığım "Population and Development" diye bir dersin sınavına çalışıyorum. Bambaşka bir terminoloji. Bambaşka bakış açıları, kriterler. Aynı mevzular. Evet, sosyal bilimlerde net bir tanım aramak anlamsız olur, kabul ediyorum. Ama artık beynim uyuşuyor literatür farklılıklarından. Önce dilden kaynaklanan terminolojik farklılıklarla baş etmeye çalışırken, şimdi farklı alanların terminolojileriyle başetmeye çalışıyorum. "Alan seç ve onda uzamnlaş" diyor bazı hocalarım. Yapamıyorum. Doğam buna izin vermiyor. "Development" çalışırken bir insan Ekonominin altında ve diğer tarafta "Developmental Studies" diye bir şey varken, nasıl görmezden gelebilir ki? Dallanınca da budaklar gözüme batıyor böyle. Tanımlama arzusu çeşitliliğe yol açıyor sosyal bilimlerde, amenna. Bu çeşitlilik, zenginliğidir diyoruz bilimin ekseriye. Peki ya zayıf noktasıysa. Ya biz bir şeyleri anlamnldırmaya, formülize etmeye çalışırken, aslında daha yalın çözülebilecekleri daha komplike hale getiriyorsak?!?
Yorgunum bugün biraz. Yorgunluğumun sebebi okumaların başında, fikirleri teorileri anlamaya çalışırken vuku bulmuş olsaydı keşke, ama değil! Yorgunluğum terimlerin içinde kayboluşumdan... Beynimi buzdolabına koyarsam biraz serinler mi acaba?

15 Ocak 2010 Cuma

Hollanda senin adın neden Hollanda?

Herşey bir anda oldu... "living in this city is like acting in a movie" dedim Nele'ye. Halbu ki Nele yanımda değildi. Aslında kimse yanımda değildi. Ben gecenin ikisinde bisiklete biniyordum boş Groningen sokaklarında. Hava muhtemelen eksilerdeydi ama üşümüyordum. Çünkü kanım dünyanın başka başka yerlerinde üretilmiş şaraplarla doluydu. Öğrenci bütçesine rağmen aynı gecede bir şişe chile, bir şişe fransız cabarnet bir şişe de menşeini bilmediğim bir rose devirebilirdim bu şehirde. Bugünkilere bakamayacak kadar kanıksamışım bu lüksü(!)artık..
Önce uzun bir sokakta gitmeye başladım. En yavaş adımarla pedalladım bisikletimi. Kaymayı göze aldım... Kayıp da serilmeyi karların üzerine... Düşmek istedim, ki canım tam yansın...
Pedalladım... Yolu açmışlar, tuzlamışlar besbelli donmasın diye. İki yanı kar yığını... Sol tarafımda boylu boyunca kanal.. Kanal da bot evler... Bot evlerde insanlar... Isınıyorlar belli ki, bacaları tütüyor... Uzun boş bir yol... Hem de sisli... Hem de sessiz, kimse yok...
Sonra başka bir ara sokağa döndüm, dönmemem gereken... Dönmem gerekmeyen ya da.. O da bir önceki kadar ıssız... İki tarafta kar yığınları. Bu sefer ki biraz daha küçük bir yol, yer yer kar kalmış yolun ortasında... Aynı sis, aynı boşluk... Gözümün alabildiği hiçbir yerde hiçbir canlı...
Sonra bir sokak daha, sonra bir tane daha... En son küçük bir gölet vardı sol yanımda eve gelmeden hemen önce.. Kanalmış evvelden belli ki. Buz kesmiş, donmuş... Üstünde ördekler, başlarını sokmuşlar gövdelerine uyuyorlar.
Kafamda binbir türlü müzik... Önce yaylılar giriyor, sonra nefesliler... Ney giriyor, usul usul üflüyor birileri... "Ney sesini çok severim" diye fısıldıyor kulağıma... O da yanımda değil halbu ki... Aklıma Emre geliyor sonra, can arkadaşım... Lisedeyken tutturmuştu ney üflemeyi öğrenicem diye. Ses çıkaramamıştı dahi. Şimdi o da "ekmek" peşinde... "Biz erken erip sonradan yolu şaşanlardanız" dedim, bu sefer kendime...
Pedallamaya devam ettim bisikletimi.. Ta ki kendi sokağıma çıkana kadar...
Sokağımın başına geldiğimde sola kıran bir araba görüp kızdım. Orada olmamalıydı. Bir ben ayakta olmalıydım o an. Film benim filmimdi ve ben şehri kapatmıştım bu akşam. Uygun efekt için sis bile ayarlamıştım, torpilim büyük yerdendi. Bu araba nerden çıkmıştı.. Sonra araba gitti... Sonra yaylılar... Sonra üflemeliler... Pedallamaya devam...
Gece 2 olmuş bile... "Kendime not düşmeliyim" dedim hemen bir heyecanla... Nasıl kitledim bisikleti, nasıl açtım ahşap kapıyı, nasıl çıktım daracık merdivenlerinden evimin(!).............
Bugün, çok değil bir yarım saat önce, herşey bir anda oldu... Bir anda, o yollarda bisikletimin üzerinde giderken gecenin bir vakti, şehrin sırrına erdim.
"Bu şehirde yaşamak bir filmde oynamak gibi"... Güzel değil, çirkin değil.. Ama film gibi...
Özleyeceğim... Burayı da...

6 Ocak 2010 Çarşamba

Nazim

Atav atmisti bloguna bir zaman. O zaman degil ama bu zaman bana gelsin....


"Kafamı çıkarıp dolaba kilitlesem bir haftalığına,
Karanlığına boş bir dolabın
Omuzlarıma bir çınar diksem kafamın yerine
Uyusam gölgesinde bir haftalığına…"

Nazim