30 Eylül 2009 Çarşamba

bir kere daha: "boa sorte"



Veee bir kere daha "boa sorte" diyoruzzz!
Jazz, Blues, Bossa korosunun ikinci hafta çalışmasına dayanamayıp bir şişe Porto şarabı götürdüm yanımda (cesaret versin hesabı.
Akabinde kaçınılmaz bir Porto sohbeti...
Akabinde "portekizce şarkı söyeyebilir misin?" sorusuna, Porto şarabının çakırlığıyla verilmiş "evet" cevabı..
Aralık da, bir hayalimi gerçekleştirip, Portekizce solo söyleyebilirim...
Düşünmek bile dizlerimin bağını çözüyor...
Yaw Groningen, sen de Porto kadar güzel bir şehirsin vesselam!

27 Eylül 2009 Pazar

jolanda dan devre-mülk

Yeni eve taşındım. Benim için yeni ama özünde gayet Eski bir Hollanda evi ki ev de tastamam dayalı döşeli devredildi eski sahibesi Jolanda tarafından. Belki onunla tanışıp, bir kaç kere sohbet etme fırsatı bulduğumdan şimdi kendimi onun hayatını devralmış gibi hissediyorum. (Kadim ev arkadaşım Sinem ben İsveç'e gidince benim odama geçtiğinde benzer bir ifade kullanmıştı.) Bilinçsizce tekrar ediyor olabilirim.) Daha önce de eşyalı evlere taşındım ama öncesini bilmediğinden eşya sadece eşya olarak yer ediyor kafanda. Bu sefer biraz farklı oldu.

Mutfağında yabani otlarla ve elma ağaçlarıyla kaplı bir bahçeye bakan görece geniş bir balkonu var. Sigara'ya yeniden başlatacak cinsten hem de (!) 2 katlı, 2 kişilik, ahşap merdivenli, böyle küçükken hayalini kurduğum gibi bir ev..

Ne diyordum devre-mülk.. Karşı duvardaki martılı saat de bir hikaye devredilmiş, hemen yanındaki kitaplıkta inci gibi dizili duran Fransızca kitaplar da. Sağda solda bitkiler, duvarlarda avant-garde tablolar ve o tablolarla anlamadığım bir şekilde uyumlu ikea mobilyalar, yerde tam ayağımın dibinde kedi gibi kıvrılmış yatan ev arkadaşım Nele....
Beynimin içinde muhtelif yerlerde yanıp sönen ampüller var da gözlerimi kamaştırıyor gibi şaşkın şaşkın kısıyorum onları bazen, hatta bazen cidden başım dönüyor şu oturduğum kanepeden mutfağa yürüken.

Evvel referansımı kaybetmiş oluşumla alakalı söylediklerimin hepsi ülke bazındaydı ama şimdi şu ancak zeytinyağı ve limonla servis etsen rakıya meze olabilecek beynim, bu evdeki her minik detayı İstanbul'la eşlemeye çalışıyor. Nele Sinem oluyor, şu koltuk da kırmızı değil mavi... Sonra hoop gözüme kitaplıktaki kitapların üzerinde dizili anlamadığım fransızca kelimeler takılıyor, odadan kafamı uzatıp bakıyorum üst kata çıkan merdivenlere ve kendime geliyorum. Bu böyle bir kaç gün daha devam eder diye tahmin ediyorum. (Bütün bunlar evi temizlerken kullandığım kimyasalların yan etkisi de olabilri pekala, göriciiz.)

....

Yazarken çirkin geliyor şu zamanın yaşananlarını yazmak günlük tutar gibi ama dönüp dönüp yoklamak fikri güzel. "Olm bir şarkı vardı ya acayip güzeldi, neydi onun adı ki?" sancılarına benziyor çünkü bazen bir anı hatırlamak bir uyaran olmadıkça. Mobil olma sorunları yaşamadan önce çer çöp biriktiriyordum, onu da yapamıyorum artık.

Bir çizim defteri ve eski çin gazetelerinden yapılmış boya kalemleri attım mutfak masasının üzerine. Gidip geldikçe bişeyler çiziyoruz üzerine, notlar düşüyoruz Nele ile.
24 saat de bir kağıt doldu bile. Maksadına hizmet ederse, "sevgili günlük" klişeşerimin yerini 5 yaş otistik çizimlerim alabilir.
Onu da yapan çok, orjinal değil her türlü ya neyse...
Yemişim...

23 Eylül 2009 Çarşamba

you can't take the picture of this...

... it is already gone!

ocağın sönsün yünivörsiti of marmıra e mi!

sanki ben 4 sene iktisat değil de başka bişey okumuşum. hatta hiçbişey okumamaşım. hatta öyle bir okul yokmuş bile. hala elimde olmayan diplomam bu son tezimi destekler nitelikte.
yani yok olamaz böyle bir saçmalık.
okuldan okula eğitim fark eder de böyle, bu şekilde değil.
dahası ordan çıkan adam başbakan olmuş bu ülkeye..
yanlış yere yürümüş amerika'da bu rte bugün, "durun ordan geçmeyeceksiniz" falan demişler bizimkiler ingilizce anlamamış. ben de şimdi aha öyle derste anlatılanlar bambaşka bir dildeymiş gibi anlamıyorum.
rte ile kader ortağı olmak da varmış, limon sıkaydım öyle ortaklığa.
ben o adamın özürlülüğünün bile o okuldan kaynaklanmış olabileceğini falan düşünmeye başladım bugün benzer mallıklar yaşadıkça derste...
ocağın sönsün lecole de la marmıra. basket potaların yansın hatta!

21 Eylül 2009 Pazartesi

Tokat atarim sana Noah and the Whale

Dun aksam Hollanda daki ilk konserime gittim: Noah and the Whale.
Simdi oturup "ve dun aksam cok yagmur yagiyordu sevgili gunluk" minvalinde olsun diye yazmadim bunu, bir mecalim var a dostlar...

Bu UK den cikma caaanim grubumuzun iki tane albumu var ikisi de birbirinden leziz. Ben bunlari "2 atoms in a molecule" sarkilariyla tanidim bildim sevdim. Last.fm de denk gelmistim (hani su fitne yuvasi yasakli last fm) Neyse bir heyecan, yeni ev arkadasim acti gecen "2 atoms in a molecule", dedi "bildin mi bunu bak ben pek severim". Benim son bir yildir alarm sesim, ringtone um sarki bu sarki. Oyle seviyorum yani.. Dedi ki Dear Nele, Pazar gunu geliyorlar gidelim. Uctum havalara.. Dun kalktik gittik velhasil.

Konser sonrasi 3 alternatif tespitim var gruba iliskin, 3 u de birbirinden osuruk:
1-Turnelerde yorgun dusmusler depresyona girmisler
2-Hollanda ya her gelen grup gibi takilmsilar da takilmislar kendi dunyalarina dusmusler
3-Gotleri kalkmis kendilerini Sigur Ros zannetmisler..

Boyle bir depresif hareketler, bir seyirciyle hic konusmamalar, iste arada "shut up!" diye bagirmalar, bir de uzerine calmadilar 2 atoms in a molecule. Heima dan arak bir atraksyonla da kapattilar amcalar konseri.

Bir grup butun sarkilarini calmak zorunda degildir suphesiz konserlerinde. Boyle tavernaya eglenmeye gitmis de peceteye yazip istek yaptigi sarki calmayinca nevri donmus maganda agzi gibi olmasin. Ama bu grup cicegi burnunda, iki albumluk bir grup. Oraya gelen insalarin ceyregi sadece dinlemistir bu grubu (konsere beraber gittimiz 8 kisilik arkadas ortamindan cikardim aha da bu istatistigi, sample size i kurcalamayiniz). Bu turneye cikmalarini mumkun kilan populeriteyi UK pazarinda ve webde hit olan sarkilariyla yakalamislar ki bunlardan biri de 2 atoms in a molecule (bakiniz last.fm de top tracks 4. sirada sarki)
Yani calmamak niye?!
Yaptigin muzikten baska bir karakteri oynamak niye? Oynamak niye hatta ve hatta seni alti ustu 200 kisinin dinledigi got kadar sahnede?

Placebo ornegi geldi aklima simdi yazarken. En sevdigim parcasidir "I know". Iki konserlerine gittim biri Tr de biri Portekiz de ben bu amcalarin, hic birinde calmadilar. Niye calmiyorlar demedim. Calmadiklari bir suru sarkidan biriydi sadece I know. Top tracks ilk 15 de bile yok. Calmazlar calmazlar..
Bizim delikanlilarin ki ise isguzarlik ama. Adamlar kendi popularitelerini reddederek "cool" u oynadilar kendilerince. Yersen..

Iste boyleyken boyle oldu a dostlar. Canli canli dinleyecegim diye iki gun tepindim durdum da dinleyemedim diye kuyrugum acidi ozetle.

19 Eylül 2009 Cumartesi

can yuuuuu spot aaaaa patterrrnnn!?!?



ratatat remixini dinleyip, orjinal videosunu izleyerek, böyle böyle şeyler...



"...I am leaving this harbour
Giving urban a farewell
Its habitants seem to keen on God
I cannot stomach their rights and wrongs

I have lost my origin
And I don't want to find it again
Whether sailing into nature's laws
And be held by ocean's paws

Wanderlust! relentlessly craving
Wanderlust! peel off the layers
Until we get to the core

Did I imagine it would be like this?
Was it something like this I wished for?
Or will I want more?

Lust for comfort
Suffocates the soul
Relentless restlessness
Liberates me (sets me free)

I feel at home
[ Bjork Lyrics are found on www.songlyrics.com ]

Whenever the unknown surrounds me
I receive its embrace
Aboard my floating house

Wanderlust! relentlessly craving
Wanderlust! peel off the layers
Until we get to the core

Did I imagine it would be like this?
Was it something like this I wished for?
Or will I want more?

Wanderlust! from island to island
Wanderlust! united in movement
Wonderful! I'm joined with you

Wanderlust!

Can you spot a pattern?

(relentlessly restless)

Can you spot a pattern?
Can you?..."

15 Eylül 2009 Salı

bi siktir git gmail

ne vakit inboxta birsey arayacak olsam onlarca log cikiyor karsima. sonra soluma sagima bir sogukluk... oturup okusan ayri dert, silsen ayri. hafizani sevmiyorum senin gmail. suursuz ol biraz be. iki insan ol!

12 Eylül 2009 Cumartesi

geçmişten bir mail

Portekiz'den İstanbul'a dönmeden az evvel yazmışım Sinem'e..
Haziran 2006..

"İkinci memleketi terk etmeden az evvel bir mail daha döşemeli değil mi? İki ayağının bastığı yer senin yurdundur demiş Abidin Dino. İki ayağımı hızlı hızlı oynatma zamanı gelmedi mi? Yeniden başka topraklar fethetmeli... Hâkimiyeti ilan etmeli. İmparatorluklar yıkılır imparatorluklar kurulur içimizde. Rönesanslar, reformlar oluverir. Kendimize keşifler yapar; üçüncü, beşinci dünya ülkelerini keşfederiz. Evvel sömürür sonra sömürülürüz muhtemelen. Birbirinden farklı ama en önemlisi yeni yepyeni kültürler ürer orda. Kendi içimizde kültürel değişim programları uygular Erasmus bile oluruz değil mi? Bastığın yer ülkendir işte. Sen de tek hâkimi güzel ülkenin… Sen ziyaret etmezsin aslında hiç kimsenin diyarını. Attığın her adımda yeni ziyaretçileri olur senin ülkenin. Gelip geçen sen değil onlardır… Fark etmezsin. Sen onları önemsediğin kadar önemlidirler. İmtiyazlar senin verdiklerinle sınırlıdır. Zaman zaman ülkenin kanunlarıyla yargılar bazen haklı bazen de acımasız cezalar verirsin. Kimi zaman diktatörüsündür kendi ülkenin, kimi zamansa açmışsındır kapılarını demokrasiye. Kendini ülkenle ilgili kararları tek başına alamaz, yahut almazken bulursun bazen. Ama demokrasi zor iştir. Hükümetleri yıkılır, rejimleri değişir ülkenin. Tersine devrimler oluverir. Bir de bakmışsın ki yine diktatörü olmuşsun topraklarının. Astığı astık, kestiği kestik, kimseye müdana etmeyen... Hep çalışan bir tarafı vardır kocaman gökdelenleriyle ülkenin. Asık suratlı, saat kadranı gibi monoton, koşturup duran insanlarla dolu şehirleri vardır. Vakit tatil vaktiyse güneyine gidilir topraklarının. Bol güneş, bol kum… Yahut yağmurlu bir sonbahar vakti huzurla dolar ülkenin şehirlerinden biri. En güzeli de tüm şehirleri yakındır birbirine senin topraklarının. Sadece ekonomisini, hukukunu değil; yağmurunu güneşini de kontrol etmektesindir o toprakların. Doğa anası da sensindir ülkenin. İstediğin gibi giydirirsin gökyüzünü. İki ayağını bastığın yer senin ülkendir işte. Dahası yok. Bir ben, bir kendim, bir de ülkem geliyoruz iki gözüm… Az kaldı…"


yüzümü ıslattı..
"başka topraklar"ın sonu yokmuş ülkeni de alıp gidecek...

5 Eylül 2009 Cumartesi

referansimi kaybettim

stockholm`deyim bir kac gundur. kac kere alakasiz cumlelerde alakasiz cografyalarin adini geveledim bilmiyorum... deniz gece bas agrisindan neredeyse atak gecirecekken, bir an hollanda´dayiz zannedip, hastaneye gidersek saglik guvencemiz gecer mi diye dusunmeye basladim. ertesi sabah jonkoping`de uyandigimi, bugun ise yarin bremen e degil istanbul a ucacagimi zannettigime yemin edebilirim.
referans cografyami kaybettim bu haftasonu, cok basim agriyor...