20 Şubat 2010 Cumartesi

döndüm ki...

..döndüğüm yerde değildim.

david geçenlerde John Bauer in Jönköping' e nasıl hapsolduğunu anlattı. Ne kadar doğrudur bilinmez, burdan çıkmaya çalışırken, tekneleri bir fırtınaya yakalanıyor ve Granna açıklarında batıyor. Otel, müze ve muhtelif binalara ismi verilen John amca aslında ebediyen burda kısılıp kalıyor, burdan kaçmak isterken.
Groningen, şehir olarak çok mu muhteşemdi? Hayır.. Ama orda, sanki hep benim için hazırmışçasına bekleyen o sosyal çevre beni şehre eklemlendirdi. Şimdi burda, çok daha benim, çok daha bana aitmiş gibi hissetmem gereken bir coğrafyada, kaç sene daha kalabilirimin muhasebesini yapmaya çalışıyorum. Muhtemeldir ki başka bir alternatif çıkmayacağından, istediğim gibi başka bir alternatif yaratamayacağımdan burda kalacağım. En azından bir süre daha. Ne kadar daha?

O kadar başvuru, kovalamanın ardından, hiç başvurmadığım, hatta talep bile etmediğim, hatta varolmayan bir Phd kadrosunun teklifi ile geldi Charlotta. Ki kendisi beraber çalışmak isteyebileceğim yegane insandır. Bana el verse alır yürürüm biliyorum. Ama sevinemedim. Sebepleri belli işte..
İyi para kazanmak, iyi bir kariyer yoluna çıkmak, sonrası için altından merdivenler hazırlamak falan kendime en rasyonel olanken, rasyonel olanın mutlu etmediği gerçeğine kafamı çevirmek durumunda kalıyorum yine. Ertelediklerim için kendimi "daha yaşım küçük" diyerek avutuyorum.

Daha hiç birşey bitmiş değil şüphesiz. Ama birşeyler şekillenmeye başladı. O zamanın bu kadar kısa sürede geleceğini de bekliyor değildim ne yalan söyleyeyim. Kafamda sonrasında neler yapacağıma dair birşeylerin netleştiği evre, ağaçlarda çiçeklerin patladığı bir bahar gününe falan denk gelir zannediyordum. Ama yine durmayacakmış gibi yağan karla anacağım bu dönüm noktasını da gözüken o ki. Kış çocuğu olmanın kısır döngüsü diyelim ve geçelim bunu da.

"Döndüm ki döndüğüm yerde değildim" demiş Enis Batur. Gidiyorum, geliyorum, tekrar gidiyorum, sonra tekrar dönüyorum. Ama kendi içimde spirale sarıyorum aslında. Zaman geçtikçe doğrusal olmayan bir şekilde kendime düğümleniyorum. Zaman içinde herşey biraz daha yerine oturur, biraz daha çözülür dediğim herşey bende düğüm oluyor, bende kümülatif birikiyor.
"There and back" temalı bir not daha düşüyorum kendime bir kez daha. Sonuncusu olmadığını da çok iyi biliyorum.

----
başka..
retro takılar alıyorum kendime ikinci el dükkanlardan. ne ara takacağımı hiç bilmiyorum. plastik boncuklardan takılar, uzay canavarları yapıyorum ütüyle yapıştırarak.
bolca bitki alıyorum. suluyorum onları sık ve az. şarkı falan söylüyorum onlara "start wearing purple" diye 50 sini yeni devirmiş "şık latife" edasında.
yemek yapıyorum. yemek yiyorum. başka yemekler yapmak istiyorum.
bir dikiş makinası almak istiyorum. bir perde dikmek istiyorum. bir tane atkı örmek, sonra onu söküp tekrar örmek istiyorum.
"sahnede" giyerim diye aldığım ve sahnede giyilemeyecek ayakkabılarıma ve aksesuarlarıma bakıyorum ara ara dolabımı açıp.
gitmek istediğim yerleri sıralıyorum kafamda bazen.
bazen sıkıldıkça izlanda'ya uçak bileti bakıyorum. biraz sıkıntımı alıyor.
görmek istediğim insanların yüzlerini, seslerini hayal ediyorum sıkça.
kendi adımı onların sesinden duymaya çalışıyorum.
bugün istanbul'da olsaydım akşam ne yapardım diye düşünüyorum.
bugün istanbul'da olanlar akşam ne yapacaklardır diye düşünüyorum.
müzik yapmak istiyorum ekseriye. elime geçen mikrofon büyüklüğünde her nesneye iki name mırıldanıyorum 5 yaşındaki halimden farksız.
zar zor orjinal rengine döndüğüm için saçlarıma hayıflanıyorum. iki renk değiştirir, kafamı dağıtırdım diyorum halbu ki.
kardan ve soğuktan da daha az rahatsızım artık. iklim canımı eskisi kadar sıkmıyor.
diğer bir deyişle yuvarlanıp gidiyorum işte.
spiral gibi içe doğru yuvarlanıyorum...
hava -8, kar yağışlı.
benim içimde kocaman bir kartopu büyüyor. alıp uzağa bir yere fırlatasım var...