31 Aralık 2009 Perşembe

şu yeni yıl mevzusu

yeni yıllarımın laneti var "kutlama" anlamında, tıpkı doğumgünlerimin de olduğu gibi. 1 (yazıyla bir) sürpriz doğumgünü partisi haricinde, okulda yalapşap kesilen pastalar, aile içinde çimdirilen yanaklar ya da danaya girer gibi 2-3 kişi kombine kutlamalarla geçti..
yılbaşlarından bahsetmiyorum bile. kutlamaya niyetlendiklerimin dahi akıbeti felaket.
işbu sebepten ben de yeni yıl kutlamalarına kafa tutar oldum. misal annemle babam geldi ziyarete, son on gündür yollardayız. groningen'e dönüşü 31 ine denk gelecek şekilde ayarladım ki, evde, pijama terlik kuruyemiş kombosuyla bir seneyi daha devirebilelim. gönül hatuna kalsa kadeh kaldıracaktı eiffel in ayağında ama neeeiin!
lanet dedim de niye dedim?
çünkü aralık ayı pis bir aydır. aralığa yol eden ekim kasım da bittabi...
yılın sonudur, yorgundur, muhasebesidir tercihlerin falan..
bir sonraki yılın bilinmezliğidir. nerede yaşayacaksın, nasıl yaşayacaksın, napacaksın stresidir. bir sonraki yılın başvurularıdır aralığı takip eden ocak ayı. bir de benim için bir yaş daha yaşlanmaktır.
"şu yaşa geldiğimde şunu şunu yapmış olacam" ları yapamadığının idrakıdır...
soğuktur bir de. hele böyle soğuk bir yerdeyken dize kadar kardır, eksi ondur, ayazdır, dondurmam gaymaktır..
o yüzden kutlamaların lanetli olduğu tesbitimin yanaklarından makaslar alırım.. kutlanacak bir hadise göremiyorum artık biten yıl/gelen yıl kombosunda.
bir gün, bebe belik, bilmem kaç senedir oturduğum kurulu düzenimde, tek derdim tombalada ikinci çinkoyu yapmak olursa, o zaman iki çatapat bir şampanya da ben patlatırım.
ama şimdilik kuruyemiş pijamayı hak ediyor yeni yıl hadisesi..
cümlemize happy new year.
adios estarabim, sağdan soldan estarabim au au!

28 Aralık 2009 Pazartesi

oteller falan

çalışma masasının çekmecesinde incil olan bir oteldeyim şimdi, brükselde.
bir keresinde doğu karadenizde seccade görmüştük bir odada da nasıl şaşmıştık annemle. şaşmamak lazımmış.
bu da business style: the new tastement...

16 Aralık 2009 Çarşamba

yine şu gurbet mevzusu

Bugün Aynur'la karlı Hollanda sokaklarında yürürken (işte yıllardır özlemini çektiğim giriş)..
Ne diyordum, hah, yürürken, Türk öğrenciler muhabbeti açıldı. Burada, Groningen Universitesi'nde öğrenim gören Türklerin sayısı doktoralarla falan beraber 30 civarı yanılmıyorsam (fazlası vardır azı yoktur). Hesap ettim bunlardan bir 10 tanesini falan biliyorum, 5 iyle falan da görüşüyorum. Aynur Zernike Kampüsü'nde ne kadar çok Türk olduğundan bahsederken muhabbet döndü dolaştı, yurt dışında Türklerle Türk oldukları için görüşme muhabbetine geldi yine. Bu böyle dünün bugünün muhabbeti de değil. Ezelden beri, belirli bir sürenin üzerinde yurt dışında kalan insanın bünyesine zuhur eden bir ikilemdir diye tahmin ediyorum. Ne Türklerin içine yekten kaynamak istersin, ne de o komüniteden uzak durabilirsin. O yüzden kimsenin daha evvel varamadığı bir fikre varmış olduğumu falan düşünmüyorum. Ama muhabbetimizin üzerine eve geldiğimde, Jönköping'den Burak'ın, geçmiş de yazdığım bir cinnet postuna yorumunu görünce, dedim bu tesadüf bir cilayı hak ediyor. Buyurunuz burdan yakınız gurbetlik cigaralarınızı bu akşam o yüzden;

Bilen bilir benim öyle geleneksel konularda hiç gocunmam olmadığını. Rakı muhabbetini, göbek havalarını yer yer sevdiğim gibi, çok türkü de ağlamışlığım, gurbet günlerinde bütün yöresel yemekleri pişirmişliğim, Türkiye'den gavur ellere kutu kutu lokum, türk kahvesi ve bilimum yöresel lezzetleri taşımışlığım vardır bir elçi edasıyla. İsveç de iken ayda bir Huskvarna'daki Arap marketinden, burdaysa haftada bir Türk marketinden alışveriş yapıyor, her seferinde de anlamını düşünmeksizin "alllllaaah bereket versin" demekten pek keyif alıyorum esasen. Perşembe akşamları porto şarabımı yudumlarken, Aşk-ı Memnu izlediğimi falan da saklayacak değilim. Jazz korosunda Aqua de Beber söylerken, ritm tutucam diye ankara havası oynamaya başlamışlığım dahi vardır. Hiç umursamıyor gibi görünüp 5 saat sigara böreği sarabilirim bir international day için. Ama bütün bunlar ben, bütün bunlar benim ve bütün bunlar geldiği gibi... Yani Türkiye'de nasıldıysa öyle dürtüler içimde. Ne bir uyum sağlama telaşına girdim, ne de Türküm ben heleloyyy kafalarına... O vakit nefret ettiğim Tarkan'dan hala nefret ediyor, elektrikli bağlamanın sesine hala tahammül edemiyorum misal(sırf bu yüzden çok sevdiğim halde müziklerini, üç şarkıdan fazla Babazula bile dinleyemem). Sırf Türkiye'yi temsil ediyor diye Hadise'ye bok atmaktan çekinmeyeceğim gibi, Norveç'e oy verirken de elim titremez. Benimle ilk tanışıldığı vakit kim olduğumdan önce, Türkiye'nin Avrupa Birliğine Girmesi hakkında ne düşündüğüm ise merak ettiği karşımdakinin, koşarak kaçmak isterim. Ve bu örnekler böyle uzaaar gideeeer.

Bütün bunları anlattım çünkü ben insanların, normalde iletişim kurmayacakları, arkadaşlık etmeyecekleri insanlarla, sırf yurt dışında "bir avuç" Türk oldukları için arkadaş olmalarını anlamıyorum, anlayamıyorum. Eğer sana lazım olan, lazım gelen Türk ise yurt dışına çıkmak neden?! Her gittiğim yerde, bir şekilde en yakınımda bir Türk oldu. Ama şunu çok rahat söyleyebilirim ki bunu mümkün kılan herşeyden önce "aynı dili" konuşabiliyor olmaktı. Ve burda aynı dilden kasıt safi Türkçe değildir tahmin edilebileceği üzere.

Ben "Türk'e Türk'den başka yoktur dost nimet" dalgalarına inanmıyorum. (Nice Türk arkadaşımı toplasan bir Rasa, bir Marc etmez misal nazarımda.)
Ve biraz faşizanda olsa, insan ilişkilerini, millet kimliğinden bağımsız düşünemeyen bir insanın, turistik sebepler, kısa süreli ikametler haricinde yurt dışında bulunmasının hata olduğunu söylüyorum.
İşte kırk milletten göç alan Almanya'daki Türk problemi, işte yurt dışından ihraç edilen damatlar gelinler, işte 19 dan sonra evlendirmeler kız çocukları, işte hala ülkesinde yaşadığı ve aynı dili konuştuğu adama "gavur" demeler... O insanların haklı sebepleri var en azından. Neredeyse yarım yüzyıl önce başlayan bir göçün, dil bilmeden etmeden, doğru düzgün bir uyum/uyuşma politikası olmadan, saçma sapan koşullara entegre edilmiş insanları onlar. Peki ya biz, lisansını masterını yapmış, deliler gibi ingilizce konuşabilen, iletişim konusunda sıkıntısı olmayan biz milletçilik yaparsak ne fark kalıyor o burun kıvırdığımız göçmenlerden? Onları yerip de kendimizi yermezsek riyakar olmuyor muyuz?
Bu kadar lak lak yapan kendim de dahil, yurt dışında yaşamaya meyil etmiş herkesin şapkasını önüne çıkarıp bir düşünmesi gerekiyor bence.. Demem budur.

Ve dip not: Kimsenin bir üstünlüğü ya da eksikliği değil, herşeyin herkese göre olmadığıdır vesvesem. Demişler ya "Hacı hacı olmaz gitmekle Mekke`ye, dede dede olmaz gitmekle tekkeye" diye.. O hesap işte...

7 Aralık 2009 Pazartesi

yazacak başlık bulamadım

..nasıl seçimler yaptığımı fark edip hayrete düşüyorum yer yer. misal şu anda konunun referansı, sabah şu saat olmuş hala bitiremediğim bir makale.
sana verilmiş bir seçme özgürlüğü arkadaş! git demiş adam, paşa gönlüne göre bir konu seç.
var işte genel geçer bin tane şey. seç birini. ne literatur arama derdi ne bişey. hatta hali hazırda kritiği yapılmışlar var. ama yook! olur mu! illa sofistike olmak lazım. gidip "yolsuzluk ve cinsiyet" gibi osuruk tısırık bir konu seçecek, zar zor bulduğun 3-5 tane literatüre, hiç bir altyapın falan olmadan meydan okuyacaksın. bunu da son iki gün yapacaksın hatta ki daha heyecanlı olsun. niye?

sıradan olmak, sıradan bir aksiyon almak bu kadar mı zor hayret arkadaş!?
bazen kendimi nefesimi tutmak suretiyle boğmak istiyorum iş bu sebepten. ceza olsun diye haşlanmış ve iki gün bekletilmiş yumurta falan yedirmek istiyorum kendi kendime.
hatta bir elimle kendime tokat atıp, diğeriyle de tokat atan elimi sıkarak tebrik etmek istiyorum şu anda.(bu sonuncuyu yaparak bir nebze ayılabilirim belki.evet.)

vaka özeti: saat altı.. iki saat sonra ders var.. 5-6 saate annem geliyor, onu alıcam amsterdamdan.. sonra rasa ile proje.. aynurla bütçe planı.. dün de 4 saat uyudumdu.................

"...and the relation between gender gap and corruption perception index might not always be signficaaaaananıııııııııııı!"