Yeni eve taşındım. Benim için yeni ama özünde gayet Eski bir Hollanda evi ki ev de tastamam dayalı döşeli devredildi eski sahibesi Jolanda tarafından. Belki onunla tanışıp, bir kaç kere sohbet etme fırsatı bulduğumdan şimdi kendimi onun hayatını devralmış gibi hissediyorum. (Kadim ev arkadaşım Sinem ben İsveç'e gidince benim odama geçtiğinde benzer bir ifade kullanmıştı.) Bilinçsizce tekrar ediyor olabilirim.) Daha önce de eşyalı evlere taşındım ama öncesini bilmediğinden eşya sadece eşya olarak yer ediyor kafanda. Bu sefer biraz farklı oldu.
Mutfağında yabani otlarla ve elma ağaçlarıyla kaplı bir bahçeye bakan görece geniş bir balkonu var. Sigara'ya yeniden başlatacak cinsten hem de (!) 2 katlı, 2 kişilik, ahşap merdivenli, böyle küçükken hayalini kurduğum gibi bir ev..
Ne diyordum devre-mülk.. Karşı duvardaki martılı saat de bir hikaye devredilmiş, hemen yanındaki kitaplıkta inci gibi dizili duran Fransızca kitaplar da. Sağda solda bitkiler, duvarlarda avant-garde tablolar ve o tablolarla anlamadığım bir şekilde uyumlu ikea mobilyalar, yerde tam ayağımın dibinde kedi gibi kıvrılmış yatan ev arkadaşım Nele....
Beynimin içinde muhtelif yerlerde yanıp sönen ampüller var da gözlerimi kamaştırıyor gibi şaşkın şaşkın kısıyorum onları bazen, hatta bazen cidden başım dönüyor şu oturduğum kanepeden mutfağa yürüken.
Evvel referansımı kaybetmiş oluşumla alakalı söylediklerimin hepsi ülke bazındaydı ama şimdi şu ancak zeytinyağı ve limonla servis etsen rakıya meze olabilecek beynim, bu evdeki her minik detayı İstanbul'la eşlemeye çalışıyor. Nele Sinem oluyor, şu koltuk da kırmızı değil mavi... Sonra hoop gözüme kitaplıktaki kitapların üzerinde dizili anlamadığım fransızca kelimeler takılıyor, odadan kafamı uzatıp bakıyorum üst kata çıkan merdivenlere ve kendime geliyorum. Bu böyle bir kaç gün daha devam eder diye tahmin ediyorum. (Bütün bunlar evi temizlerken kullandığım kimyasalların yan etkisi de olabilri pekala, göriciiz.)
....
Yazarken çirkin geliyor şu zamanın yaşananlarını yazmak günlük tutar gibi ama dönüp dönüp yoklamak fikri güzel. "Olm bir şarkı vardı ya acayip güzeldi, neydi onun adı ki?" sancılarına benziyor çünkü bazen bir anı hatırlamak bir uyaran olmadıkça. Mobil olma sorunları yaşamadan önce çer çöp biriktiriyordum, onu da yapamıyorum artık.
Bir çizim defteri ve eski çin gazetelerinden yapılmış boya kalemleri attım mutfak masasının üzerine. Gidip geldikçe bişeyler çiziyoruz üzerine, notlar düşüyoruz Nele ile.
24 saat de bir kağıt doldu bile. Maksadına hizmet ederse, "sevgili günlük" klişeşerimin yerini 5 yaş otistik çizimlerim alabilir.
Onu da yapan çok, orjinal değil her türlü ya neyse...
Yemişim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder